.

Öne Çıkan Yayın

Boya Fırçaları Çeşitleri ve Kullanımları

Bu konumuzda  fırça çeşitleri ve kullanımlarına yönelik küçük örnekler verdik.  Fırçaların kullanım şekillerini görmek için video...

Salı, Eylül 08, 2015

Bileycilik


Bileycilik



Kıvılcımlardan ışık şerareleri saçan usta...

Bir adı da zağcılık olan bileyicilik, kesici aletlerin kesici ağızlarını alet kullanarak keskin duruma getirme, keskinleştirme işi olup insanoğlu’nun parçalayıcı aletleri kullanmaya başlamasıyla ortaya çıkan bir meslektir.

Keskinleştirme işi ilk çağlarda sert taşı kendinden daha yumuşak olan diğer bir taşa sürtmekle başlamıştır. Madenlerin bulunması ve kullanımıyla başlayan keskinleştirme işi, yine aynı şekilde sert olanın sert olmayanı aşındırma prensibine dayalı olarak günümüze kadar gelmiştir.

Konumuz modern taşlama ve aşındırma makineleri değildir. Bu işi meslek olarak seçip de artık yok olmak üzere olan seyyar bileyici ustalarını anlatmaya çalışacağız.

Bileyicilik mesleğinin en zor şartlarda çalışanları şüphesiz bu seyyar bileyicilerdir. İsterseniz önce seyyar olanları anlatalım. Sırtlarında taşıdıkları bileyi tezgahı ile “Çarkçı! Bileyici!” diye bağırarak sokak aralarında, çarşı pazarda esnafların yoğun olduğu yerlerde dolaşırlar. Kasap dükkanlarının önünde bıçakları ve satırları bileylerken görürdük onları. Artık bu ustalara rastlıyamıyoruz.


PRATİK BİLEYİ TEZGÂHLARI

Bileyi tezgahları sırtta taşınan ilkel makinelerdir. Tezgahın yüksekliği 120cm ve eni de 70cm kadardır. Dört ayağı oluşturan ahşap çıtalar tezgahın aynı zamanda iskeleti konumundadır.

Bileyi tezgahının yere basan ayakları sandalye bacakları gibidir. Yatay çıtalarla bu ayaklar sağlamlaştırılmıştır. Tezgah yere doğru geniş olup yukarı doğru daralır. Üst tarafı da altta olduğu gibi çıtalarla çepeçevre tutturulmuştur.

Tezgahın üst tarafında aşındırıcı zımpara taşı vardır. Bunun çapı yaklaşık 20cm. kadar olup ortasından bir mil geçer. Her iki ucundan tezgâha bağlı olan bu milin görevi taşın dönmesini sağlamaktır.

Zımpara taşının bağlı olduğu milin her iki tarafında sürtünmeyi önleyen rulmanlar vardır. Taş bu rulmanların üzerinde çok rahat döner. Milin bir tarafında ise küçük bir kasnak vardır. Çarktan gelen kayış bu kasnağın içinden geçmektedir.

Büyük çarka ayak pedalıyla hareket verildiğinde çarkın kayışı da küçük kasnağı döndürür. Kasnak birlikte olduğu mili ve üzerindeki taşı döndürür. Taş dönmeye başladığında ise aşındırma işlemi başlamış demektir.

Taşın dönmesini sağlayan büyük çark tezgahın ortasındadır. Büyük çarkın iç bağlantı kolları dahil çapı 70*80 cm kadardır. Çarkın dış kasnağı da merkeze ahşap kollarla bağlıdır. Çarkın çevresindeki kasnak kayışın geçmesini aynı zamanda da döndüğünde kayışın çıkmaması için oluklu yapılmıştır.

Bu kasnaktan geçen kayış, tezgahın üst tarafındaki zımpara taşına bağlı olan küçük kasnaktan geçmektedir. Büyük çark da ortasından demir bir mil ile tezgâha tutturulmuştur. Bu milin bir tarafı “L” biçimindedir ve buraya bir kayış parçasıyla ayak pedalı bağlıdır. Ayak pedalı ise tezgahın alt ayaklarına yandan bağlı olup aşağı yukarı hareket serbestisine sahip bir tahtadır.

KIVILCIMLARDAN IŞIK ŞERARELERİ

Pedala ayakla bastırıldığında ucundaki kayış çarkın bağlı olduğu mili aşağıya doğru çeker. Zımpara taşı da dönmüş olur. Taşın dönüş hızından yararlanılarak tekrar eski konumuna gelen pedala bileyici ustası tekrar basar.

Bu süratle dönüş hareketinin devamlılığı sağlanmış olur. Sadece bir ayağını kullanarak çarkın ve taşın dönmesini sağlarken iki eliyle de bileyici ustası körelmiş olan aletleri zımpara taşına tutarak taşlama işini yapar.

Taşlama sırasında çelik veya demirin zımpara taşına sürtünmesinden çıkan kıvılcımlar göze çok hoş ışık şeraresi oluşturur. Zımparalanan aletler daha sonra bileği taşında ya da diğer adıyla yağ taşında keskinleştirilir.

Bileği taşı tezgahın üzerinde ahşaptan bir yuva içindedir. Düşmeyecek şekilde tezgaha tutturulmuştur. Tezgâhın ayağına bağlı bir de zeytinyağı şişesi vardır. Şişenin mantarında da bir tel saplıdır.

Telin ucunda ise bir parça bez vardır. Şişedeki yağın içinde bulunan bu bez ile yağ taşı yağlanır. “Yağ taşı” denmesinin sebebi bu olsa gerek. Bileylenecek alet yağ taşının üzerinde ileri geri hareket ettirilerek keskinleştirilir.

Bu işin ustaları ellerinin üzerindeki kılları dilleri ile ıslatıp, aletin keskinliğini test ederlerdi. Eğer kıllar bir jilet keskinliğiyle alınıyorsa aletin keskinliği onaylanmış demekti.

DÜKKÂNI SIRTINDA

Birçok esnaf eskiden bıçaklarını, makaslarını ve parçalayıcı aletlerini bu seyyar bileyicilere verirlerdi. Motor gücü ile dönen zımpara taşının devri çok yüksek olur. Devir yüksekliğinden dolayı da aletleri aşındırırken aşırı ısınmadan dolayı malzemenin keskin olan tarafının suyu gider ve ağız tarafı çelik özelliğini kaybeder.

Bundan dolayı da kesici ağızları çabuk körelir. Halbuki ayakla döndürülen zımpara taşlarına istenilen hız ayak hareketi ile verilir.

Taş yavaş döndüğünden çeliğin yanması da önlenmiş olur. Motorun devri ne kadar düşürülmek istense değişmeyen bir hızla döner. Motor gücüyle yapılan aşındırma işleminde hem düşük devir hem yüksek devir kullanılamaz.

Seyyar bileyici ustalarından tuval üzerine yağlı boya iki resim çalışması yapmıştım. Adını da “Dükkanı sırtında” koymuştum. Gerçektende bu insanların sahip oldukları her şeyleri sırtlarında taşıdıkları bileyi tezgahlarıydı. Resimdeki bileyici ustasının bakışları mesleğinin geleceğini gören umutsuz bakışlardır.

TAŞ PARÇALANMASINDAN ÖLÜM

Bir de elle döndürülen zımpara taşları vardır. Ortaokul yıllarımda bakırcılık mesleğinde nakışçılık yaparken bunlardan kullanmıştım.

Bakıra nakış yapan çelik kalemlerimizin kırılan uçlarını bu taşlarda yapardık. Tezgahın yan tarafına işkence ile tutturulmuş olan bu küçük bileyi makineleri elle çevrilir ve istenilen devir verilerek keskinleştirme işlemi yapılırdı.

Aşındırma taşlarının zamanla balansı bozulur. Balansı bozuk taşlar ise yüksek devirde parçalanabilir. Taş parçalandığında ise etrafına kurşun gibi hızla dağılır. Böyle taş parçalanmasından hayatını kaybeden bileyici ustası bir komşumuz vardı.

Balansı bozuk olan zımpara taşları sürtünme sırasında aletlerin yüzeyine aynı derecede etki yapmazlar. Burada anlatmaya çalıştığımız motor gücüyle çalışan taşlar için geçerlidir. Nedeni ise devirlerinin fazla olduğudur.

Ustalar eskiden taşlardaki bu eğriliği kendilerinin yaptığı bir aletle gidermeye çalışırlardı. Bu alet, üzerleri dişli olan ve bir mil üzerinde sıralanmış çok sayıda çelik rondelelerden ibaretti. Hızla dönen taşa bu alet tutulur ve taşın eğri olan bölgesinin aşınması sağlanırdı. Bu ilkel bir balans ayarlama şekliydi.

FARE KUYRUĞU TESTERE

Bir de sabit çalışan bileyici ustaları vardır.

Bu ustalar testere ağzına diş açmaktan tutun da baltadan kesere kadar bütün aletlerin bileyi işlerini yaparlardı. Çaprazlama tezgahı, diş açma tezgahı sonra bileği taşı. Bütün bunlar bileyici ustasının olmazsa olmazlarıdır.

Keser, orak, balta, bıçak gibi kesici aletler için bu tezgahlar kullanılmaz. Bunlar zımpara taşlarında taşlanırlar. Testereler ise bileyi taşına girmez.

Testereler kullanıldıkları yere göre de isimler alırlar. Pala denilen testere türü inşaatlarda kullanılır. Fare kuyruğu testeresi ise marangozlukta delik açmak için kullanılır. Testerelere kullanıldıkları yere göre diş açılır.

İnce iş testerelerinin dişleri sık olur. Bu testerelerin çaprazlama işi de dar yapılır. Kaba işlerde kullanılan testerelerin dişleri ise seyrek olur.

KÜÇÜKPAZAR’DA BİR BİLEYCİ

Şimdi mesleğinin son ustası olan Mustafa Gürler ile yaptığımız söyleşiye geçelim.

İstanbul Küçük Pazar’da 4m2’lik bir dükkanı var Mustafa Gürler Usta’nın. Ben bu ustadan 1995’de “Bileyici ustası” adında bir resim yapmıştım. Bu resim küçük bir yağlı boya tablo idi.

Bileyici Mustafa Usta’yı yıllar sonra küçücük dükkanında bir müşteri ile pazarlık ederken yakaladım. Müşterisi beğendiği keserin parasını ödeyerek çıktı gitti. Ben de bu arada etrafıma bakıyordum ama göz ucuyla da Mustafa Usta’yı izliyordum.

Bana “Buyur!” dedi. “Ben seninle mesleğin hakkında konuşmaya geldim.” dedim. Kaybolmaya başlayan meslekler üzerine resim yaptığımı, şimdi de bileyicilikle ilgili konuşmaya geldiğimi söyledim. “Gel şuraya otur!” dedi. Oturduk. Bileyici Mustafa Usta’ya ilk sorumu yönelttim.

- Kaç yıldır bu mesleğin içindesiniz?

- Rahmetli dedem bu mesleği 50 yıl yapmış. Dedem bu mesleği babama da öğretmiş. Babam da 55 yıl çalışmış. O da bana öğretti. Ben de 1946 dan bu yana mesleğin içindeyim. Gördüğün bu tezgahların hepsi asırlıktır.

- Üç nesli eskitmiş desenize bunlar.

- Geçmişleri benim yaşımdan çok eskilere dayanıyor. Benden öncekileri nasıl eskittilerse beni de eskittiler . Benden sonra kimi eskitecekler bilemem. Tek bildiğim benimle beraber kendilerinin de sonlarının geldiğidir. Bu tezgahları kim kullanır, kime kalır bilemem.

- Dedeniz nasıl girmiş bu işe, anlatır mısınız?

- Dedem Hasan Gürler’in Fatih semtinde dükkanı varmış. Cibali ve Küçükpazar yangınında dedemin de dükkanı yanmış her şey kül olmuş. Her şeyini kaybeden dedem memleketi Zonguldak’a geri dönmüş. Ne yapsın Zonguldak’ta Hasan dedem. Yörenin yaygın mesleği olan sapçılık mesleğine yönelmiş.

- Bileyicilikten sapçılığa ha?

- Maharetli bir insanmış babam. Bu meslekte de kendini yetiştirmiş. Yaptıkları sapları İstanbul’a getirip satacakmış. Malları motora yüklemiş. Karadeniz’in “kara”lığı tutmuş. Fırtına patlamasın mı? Malların yüklü olduğu motor batmış. Haliyle mallar da gitmiş. Dedem canını zor kurtarmış. Çaresiz tekrar İstanbul’a gelmiş. Unkapanı’nda bir demirci ustasının yanına işe girmiş.

- Yeniden mesleğine dönüş mutlu etmiştir onu.

- Etmez mi? Ustası, dedemi oğlu gibi sevmiş. Ustanın kimsesi de yokmuş. Ustası ölünce dükkândaki tezgâh ve aletler dedeme kalmış. Dedem de kardeşini yanına alarak çalışmaya başlamış. Daha sonra da babamı yanına almış.

- Sizden başka ailede bu mesleği yapan var mı?

- Hayır yok. Benden başkasına öğretemedim. Zaten merak edip öğrenmek isteyen de olmadı. Gücüm kuvvetim yetene kadar bu mesleği yaparım. Benden sonra ne olur artık bilemem.

- Bir testere nasıl meydana geliyor?

- Biz bir testereyi sıfırdan yaparız. Yani testereyi hazır alıp sonrada dişlerini yapmayız. Bize testerelik şerit rulo malzeme olarak gelir. Yapacağımız testere türüne göre boylarına ve enine bu şeritleri keseriz. Önce diş açma makinesinde dişlerini açarız. Sonra da çaprazlama tezgâhında açılan bu dişleri çaprazlama yaparız. Son olarak ta testereler eğelenir ve sapları takılarak bitirilir.

- Bir testereye kaç diş açıyorsunuz?

- Ortalama 80 diş açılıyor. Gün de on testere yaptığımı varsayarsak günde 800 diş açmış olurum. Eğeleme işini de eklersek bu kadar dişle cebelleşmek ne demek anlarsınız sanırım. Bu çelik şeritler bayağı eğe eskitir. Bak şu benim tezgahın altı sanki eğe mezarlığı gibi. Ben kemik dişlerle değil çelik dişlerle uğraşıyorum. Bu meslek göz düşmanı sanki. Bizim gözlerimizle başımız dertte. Dedem ileri yaşlarda göremez olmuştu. Babamın gözleri de dedemin gözleri gibiydi. Ben de her sene gözlük değiştiriyorum.

- Göz doktorundan çıkmıyorsun o zaman?

- Ne doktoru! Hiç gitmedim göz doktoruna. Gözlüğümü seyyar gözlükçülerden alıyorum. Gözüme takarak deniyorum. Hangisi ile iyi görüyorsam onu alıyorum.

- Dükkanın içerisi bayağı tozlu, rahatsız olmuyor musunuz?

- Rahatsız olsam ne olacak. Kim nasıl temizleyecek bu dükkanın içini? Benim temizlikle uğraşacak ne zamanım ne de gücüm var.

- Gençliğinizde başka işte çalıştınız mı?

- Gençliğimde el hızarıyla çapı bir buçuk metreyi bulan ağaçları biçerdik. Bizim meslekte bu büyük testerelere hızar deriz. Birimiz ağacın üzerinde diğerimiz ağacın altında hızarı ustaca kullanırdık. Hiç elektrikli testere kullanmazdık. Hızarı bıraktığımda elimde 10 yıl önce kendi yaptığım testeremden başka hiçbir şeyim kalmamıştı. Bu dükkanda her şeyimi kendim yaparım. Zaten ayak işlerime bakacak kimseyi de bulamıyorum. Bulsam da onun parasını çıkaramam.

- İşi bırakmayı düşündünüz mü?

- Bırakıp ne yapayım? Eşim 12 yıl önce rahmetli oldu. Birkaç yıl önce kızımı da kaybettim. Hayatta iki oğlumla gelinlerim ve torunlarım var. Evde otursam sıkıntıdan çatlarım. Ben çalışmaya alışmışım boş duramam. Burada komşularım var, onlarla sohbet ediyorum. Selamlaşıyorum. Evden dükkana, dükkandan eve hareket var. Ölene kadar buradayım.

Böyle diyor bileyici Mustafa usta. Hem söylüyor hem işini yapıyor. Konuşurken bana hiç bakmıyor.

Dükkânı o kadar küçük ki, içerde hareket ederken çok dikkat etmelisiniz. Yoksa mutlaka bir şeylere çarparsınız. Çaprazlama tezgahı dükkanın ışık alan ön tarafında. Diğer makineler ise daha içeride.

En az mesleği kadar eski olan lambalı radyosu raftaki yerinde. Radyonun üzerinde ne zaman takıldığını ustanın da hatırlayamadığı bir nazar boncuğu var. Dükkânın raflarındaki her şey tozdan zor seçiliyor.

Duvardaki bazı yazılar çerçeve içerisindeler. Ama bütün çerçevelerin üst tahtaları yarım parmak toz ile kaplı. Bu arada Mustafa Gürler Usta çelik testereyi, mengenede eğeliyor. Çelik ve eğenin sürtüşmesinden şiddetli sesler çıkıyor.

Çelikle eğenin mücadelesinin sonunda eğenin ısrarlı çabaları sonucu çelik eğeye boyun eğiyor. 10-15 günde bir eğe eskitiyormuş. Çelik ve eğe zamana boyun eğse de Mustafa Usta ileri yaşına rağmen mesleğe ve şartlarına direniyor.

Havasız, rutubetli, loş ve küçücük dükkanında iyi dayanıyor doğrusu.

“10-15 yıl önce bu testereyi senden almıştım. Şunun ağzını biler misin?” diye gelen müşterileri varmış. Belki de beni burada tutan zaman zaman duyduğum bu sözler diyor.

Şimdilik asırlık tezgahlarında binlerce çelik dişi bileyerek iyi kessinler diye terbiye ediyor.

Mustafa Usta “Piyasa da bileyici olarak bu işi A dan Z’ye yapan tek ben kaldım.” diyor. Artık her şeyin fabrikasyon olduğunu, testerelerin, çekiçlerin, keserlerin, bıçakların seri üretimle yapıldığını söylüyor.

Buna rağmen marangozlar fabrikasyon malı olan yuvarlak testerelerini bu kadar teknolojiye rağmen hala bileyletmek için Mustafa Usta’ya getiriyorlarmış. Makineyle yapılan bileyleme işlerinde bileylenen aletin çeliği gittiğinden çabuk körelip bozulurlarmış.

Mesleğinin son temsilcilerinden Mustafa Usta’ya sağlıklı ömür dileyip ayrılıyorum.

Alıntıdır...

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen soru sormadan önce soracağınız konu ile ilgili olan yayınları okuyunuz...