.

Öne Çıkan Yayın

Boya Fırçaları Çeşitleri ve Kullanımları

Bu konumuzda  fırça çeşitleri ve kullanımlarına yönelik küçük örnekler verdik.  Fırçaların kullanım şekillerini görmek için video...

Pazar, Aralık 09, 2012

Osmanlı Dönemi Eski Kayıkçılık Tarihi ve Kayık Çeşitleri





Yaz aylarında çocukluğumuzun neşe kaynağı idi...

Haydarpaşa Sandalları ile Kadıköy'e yolculuk etmek. Sandalcının küreği ile beraber dalardı mavi derinliklere ellerimiz. Dalgalı günlerde bir denge aracına dönüşürdü sandal iskelesine dayanan kürekler. Kadıköy'e sandalcı biran evvel ulaşmayı biz ise bu yolculuğun bitmemesini isterdik. Sandaldan inilince "anne beni parka götür" sızlanmaları başlardı. Moda parkındaki bir kaydırak, bir salıncak bir de tahterevalli idi bizi çocukça sevince boğan.



Haydarpaşa'da çalışan aile büyüklerimiz yine yaz aylarında öğlen tatillerinde akşam iş çıkışlarında kiraladıkları sandallarda sefa sürer açık denizde yüzerlerdi.



Ogün merak etmedik bu küreklere asılan emekçileri kimdiler nerelerden geldiler. Ne kadar devam edecek bu meslek yaşamları. Bu gün Haydarpaşa'da onlardan kalan sandal iskelesinin merdivenlerinde oturup hayallere dalan gençlerde farkında değiller sanırım İstanbul'un en eski ulaşım aracının durağına izinsiz park ettiklerinden.

Farkında olalım geçmişi hatırlayalım diyerek belleğimizde kalanlarla , ulaşabildiğimiz belge ve bilgilerle Haydarpaşa'nın sandalcılarını sizlere aktaralım istedik.

Osmanlı dönemi Kadıköy iskelesi kayıkçılar

1980'li yılların başına kadar Haydarpaşa ile Kadıköy iskeleleri arasında işleyen sandalcıların hepsi Çankırı'nın Alpsarı köyündendi. İstanbul iskelelerinde kayıkçılık, sonradan sandalcılık eskiden gedik usulüne bağlı idi. Gediklerde kayıkların sayısı dondurularak tespit edilmiştir. Bir fazla bir eksik olmaz. Her iskeleye işleyen kayıkçılar, ya şehir uşağı olur yahut ki taşradan gelmiş bekâr uşakları ise aynı kasaba, hatta aynı köy halkından olurdu.

Şirketi Hayriye vapurlarının hayatımıza girmeden önce çalışan Pazar kayıklarının birde vakfedilmiş olanları vardı. Devrin ileri gelen devlet adamları ve zenginler oturdukları semtlerde ya da başka semtlerde kayığı az olan iskelelere bir veya iki kayığı vakfederler, bunların gelirleri hayır işlerine harcanırdı. Haydarpaşa Kadıköy arasındaki kayıkçılığın başlamasında da vakfedilmiş kayıklar bulunduğu söylenmektedir.

Şirket-i Hayriye ile İdare-i Aziziye adı ile Devlet Deniz Yolları limanda vapur işletmeye başladığı zamana kadar Kadıköy iskelesinde kayıkçılık Rumların elinde idi.

Vapurların işletilmeye başlanması ve Boğaziçi hattı Şirket-i Hayriye'ye; Adalar, Kadıköy, Yeşilköy ve Pendik hatları da İdare-i Aziziye'ye verilince, Kadıköy-İstanbul arası kayıkçılık mesleği büyük bir buhran geçirir.

Vapuru kaçıran müşteriler bile kayık ile İstanbul'a gitmek yerine diğer vapuru beklemeyi tercih eder oldular. Bu nedenle de Rum kayıkçıların hepsi Kadıköy'de başka sahalarda iş tuttular.

Padişah Fermanı İle Kayıkçılık İmtiyazı

Osmanlının son dönemlerinde İstanbul'a gelen Çankırılılar bilhassa leblebicilik yaparlardı. Sultan Aziz'in saltanat kayığında çalışan hamlacılardan (kürekçiler) memnun kalması üzerine bir istekleri olup olmadığını sorar. Onlarda gösterilecek bir yerde kayık çalıştırmak için ruhsat isterler. Sultan Aziz bu isteği uygun bulur ve onların (Çankırı-Gümüşdöven/Alpsarı) Haydarpaşa ile Kadıköy arasında kendi vakıf kayıklarında çalışmalarını KAYIKÇILAR KETHÜDASI vasıtasıyla irade eylemiştir.( Hicri 1319(m.1901–1902) de bir zabıta vak'ası, Kadıköy-Haydarpaşa arasında işleyen Çankırılı sandalcılar üzerine rastlanılan en eski kayıttır.) Bağdat demiryolu yapılıp Haydarpaşa demiryolunun başlangıç noktası olunca, Kadıköy'ü ile Haydarpaşa arasında kayıkçılık gediği daha büyük bir ekmek kapısı oldu Gümüşdöven'liler için.

Kadıköy-Haydarpaşa iskeleleri arasındaki kayık gediğini elde eden Çankırılılar, Korgun ve Gümüşdöven/Alpsarı uşakları 48 kayıkla başladıkları bu yaşam mücadelesinde bir ara 50 kayığa kadar çıktılar. Haydarpaşa Kadıköy arasında başlayan seferlere daha sonra Kadıköy-Üsküdar hattı da eklendi. Kayıkçıların yerini sandallar alınca gedik de sandal gediği oldu.

Kadıköy- Haydarpaşa arasındaki sandalcılık bir müddet sonra yalnız Gümüşdöven/Alpsarı'lılara kalmıştır. Gedikleri kalktıktan sonra da ananesini devam ettirmişlerdir. 1963 yılında da iki iskele arasında 48 sandal işlemektedir. Ekseriya dolmuş usulü tatbik ederler, adam başı 50 kuruş alırlardı. Sandallarına azami 4 müşteri bindirilir seferde 2 lira kazanılırdı.

Haydarpaşa'dan Kadıköy'e yaya ulaşım çok zordu. Şuan kullanılan Et balık Kurumu ve Haydarpaşa protokol cami önünden Kadıköy'e uzanan yaya yolunun olduğu arazi demiryolu sahası içinde olup, trenden inen yolcular önceleri demiryolu üzerindeki fevkani köprü ile Çayırbaşı'na ulaşırlardı. 1950'li yıllarda Numune hastanesinin önünden Kadıköy'e uzanan yolda demiryolu üzerine yapılan çelik köprünün ortasından bir rampa şeklindeki viyadükle Haydarpaşa Gar çeşmesinin bulunduğu köşeye inilirdi. Sandalı tercih etmeyen yolcular bu yolu kullanarak Kadıköy'e gidelerdi.



Alpsarı Köyü

O yıllarda Alpsarı köyü 120 ev imiş. Erkeklerin hepsi 15–16 yaşlarında gurbetçi olurlarmış. İstanbul'a gelenler Kadıköy-Haydarpaşa arasında sandalcı olurmuş. Yeni gelen acemi delikanlı, işe babasının yahut büyük kardeşinin sandalında başlar imiş. Kendi aralarında nizam olarak altı aylık talim devreleri varmış. Bu altı ay içinde hem kürek çekme, hem sandalı kızağa çekme ve hem de yüzme öğrenirlermiş. Yüzme öğrenme işi son zamanlarda konulmuş. 1963'de yaşı kırk ve kırkı aşkın olan Çankırı Alpsarı köylü sandalcıların hiç biri yüzme bilmezmiş. Altı aylık talim devresi içinde genç sandalcılar Kadıköy- Haydarpaşa arasından gayrı hiçbir yere, hatta Salacak'a bile müşteri alıp götüremezlermiş.

Çankırılı sandalcılar 15–16 yaşlarında Alpsarı'dan çıkarlarken, hemen istisnasız evlenip gurbete çıkarlardı. Kış, sandalcılığın boğaz tokluğuna çalışıldığı mevsimdir. Sandalların yarısından fazlası Kurbağalıdere'ye götürülüp emanetçiye bırakılır, bilhassa genç sandalcılar köye kendilerini bekleyen eşlerinin yanına dönerlerdi. Alpsarı'dan bekâr çıkıp da İstanbul'da evlenen Çankırı sandalcıları 30 yıl içinde ancak iki kişi olmuştur.



Barınma ve Kazançları

Sandalcılar bekâr odalarında barınırlar. Bir kısmı yazın iskeleye bağladığı sandalının içinde yatar, öğle yemeklerini sandallarının içinde yerlerdi. Bir olta edinip nöbette olmadıkları sıralar kendi nefisleri için balık tutanları pek enderdi. Gayetle para canlısı idiler, kazançları da çektikleri mihnetle denk değildir. 1963'de günde en çok 15 lira, ayda 500 lira kadar alabilmekte idiler.



Artık gedik usulü olmadığı halde aralarına bir yabancı karışıp bu iki iskele arasında sandalcılık yapamaz, barındırmazlar. Aralarından şerir çıkmaz; para canlısı oldukları halde hırsızlık veya herhangi bir edepsizlik yapanları görülmemiştir, sarhoşları yoktur.

Kadıköy-Haydarpaşa arasının Çankırılı sandalcıların tamamı sıhhatli idiler. Güçlü-kuvvetli, fakat hareketli, çalak, uçarlı, koşarlı değildirler.


Kadıköy'deki iskeleleri, denizden bakıldığına göre, vapur iskelesinin sol tarafında kalan rıhtımdadır. Rıhtımın öbür tarafında 1963 de Kadıköy Nikâh Dairesi olan eski İnci Gazinosu'nun yanında bir sandal çekek (park) yerleri, kızakları vardır.

İstanbul'dan Kadıköy'üne gelen vapurlardan yolcular çıkarken: "Haydi Haydarpaşa'ya! Haydarpaşa'ya!" diye bağrışmaları da iskele başının, rıhtım boyunun alışılmış sesi, nağmesidir.



Kadıköy kayık iskelesi

Yazar Ragıp Akyavaş'ın tanımlaması ile Alpsarı'lı Sandalcılar

"...Hepimizin tanıdığı bu kayıkçılar kendi hallerinde munis insanlardır. Üzerinde çalıştıkları deniz ne kadar hırçın ve sert ise, bunlar da o kadar yumuşaktırlar. Derler ki; tabiat sirayet edicidir. Hiç de öyle değil. Toprağın bütün sükûnetine rağmen üstünde çalışan şoförlerin hırçınlıklarından yaka silkmiyor muyuz? Bu kayıkçılar karadaki meslektaşlarının aksine argo da konuşmazlar. Hele yutturmaca nedir bilmezler. Kanaat ehlidirler. Muayyen tarifeden ne bir akçe eksik ne bir akçe fazla istedikleri işitilmemiştir. ..."




Moda İskelesinde sandalcılar 1930

  İSTANBULDAKİ ÇANKIRILI SANDALCILAR VE HAYAT HİKÂYELERİ


Mehmet Pehlivan

"Sandalcılık öyle bir iştir ki, insan nelerle karşılaşmaz. Adamın başına her şey gelir, ama biz her şeyi hoş görürüz, kimseye kötü gözle bakmayız ve ser verir sır vermeyiz.." diye başlayarak büyük şehir hayatının ruh hekimleri tarafından tahlile değer taraflarını anlatmıştır.

Nizam Ustası (Kahya) İsmail Aslan

Çankırı'nın Alpsarı köyünden Kadıköy-Haydarpaşa arasında işleyen sandalcıların 1963'de nizam ustası adını verdikleri kâhyaları İsmail Arslan adındaki sandalcı idi.


SANDALCIBAŞI HACI HASAN AĞA (Orta'lı)

Şair A.Talat Onay'ın hem annesi Afife Hanım, hem eşi Ayşe Hanım Orta'lıdır. Kayınpederi, Börekçi Zade Yusuf Efendi, dayısı ise Şakir Efendi'dir. Onay, bazı yaz tatillerini Orta'da geçirmiş, bazı şiirlerini orada yazmıştır. Meselâ "SEMÂİ" adlı şiirinde Orta'nın Sanı ve Balıkla gibi yaylalarının adları geçmektedir. Eşi Ayşe Hanımın dedesi Hacı Hasan Ağa'nın sarayda sandalcı başı olarak görev yaptığı bilinmektedir. Ahmet Talat Onay, 1906'da vefat eden Sandalcı başı Hasan Ağa için bir mezar kitabesi yazmış ve ölümüne ebcetle tarih düşürmüştür.


Sanma bâkîdir bu mülk-i pür-fenâ-yı zâirâ
Kıl nazar her şey tamâmen ders-i ibrettir sana

Savlet-i kahhâr-ı mevtten var mıdır bir kurtulan
Zâ'ık-ı lezzât-ı mevttir cümle mahlûk-ı Hudâ

Mülk ü mâlın kesreti vermez sana bir fâ'ide
Zîr-i hâkte sûd-bahşın olmuyor mâl ü gınâ

Ben idim sandalcı-başı bir zaman sultanlara
Söylenirdi nâmım her yerde Hacı Hasan Ağa

Mîz-bânlık, istikâmet, zühdü etmiştim şi'âr
Kırmadım, incitmedim bir kalb be-hakk-ı Kibriyâ

Eyle tertil rûhuma bir fâtiha ihlâs ile
Afv ede tâ ki zünûbum ol Gafûr-ı zü'l-atâ

Safha-i târîhi cevher ile Tal'at söyledi
"Kâpudân oldu Hasan keştî-i rahmete revâ"

A.T.ONAY

"Ben idim sandalcı-başı bir zaman sultanlara" dizesinde A.Talat Onay, Hasan Ağa'nın padişahların hizmetinde olduğunu açıkça belirtmektedir. Tarih mısrasında ise, "Kâpudân oldu Hasan keştî-i rahmete revâ" (Hasan, rahmet gemisinin kaptanlığına lâyık oldu) diyerek onun denizciliğine atıf yapmıştır.

Hasan Ağa, hangi sultan veya sultanlara sandalcı başı olduğu hakkında net bilgi yoktur. Muhtemelen Sultan Abdülmecid (1839–1861)'in son dönemleri ile Sultan Aziz(1861–1876) zamanı ve Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) saltanatının ilk devresinde olmalıdır.



Dumanlı Köyünden Bir Kayıkçı

1839 yılında Osmanlı tahtında Abdülmecid Han (1839–1861) vardır. Fırtınalı bir günde saray mensuplarından hasta bir kadını karşıya geçirmek için çabalayan bir kayıkçının fedakârlığını padişah sarayın penceresinden seyreder. Padişah, aslen Kurşunlu İlçesi, Dumanlı köyünden olan kayıkçıyı huzuruna çağırıp, takdirlerini belirttikten sonra bir arzusu olup olmadığını sorar. Kayıkçı:  " -Padişahım önce sağlığını isterim. Kendim için bir dileğim yoktur. Sadece köyüm ile ilgili isteğim vardır. Bizim köyün eski devirlerden kalma bir gölü var, köyün halkı ve hayvanlarımız için tek su kaynağıdır, ama göl şimdi su tutmuyor. Ayrıca köyün camisi de tamire muhtaçtır. Sultanımdan bunların yapılmasını dilerim." diye cevap vermiş. Sultan Abdülmecid, gerekli para ve işi yapacak ekibi göndermiş, göl ve cami tamir edilmiştir. Bu iş için gönderilen ekip, ayrıca Hamamlı Köprüsünü, Eskipazar Kuzören Köyü camiini, Atkaracalar'da bir medrese ve bir dükkânı da onarmışlardır. Çerkeş, Burhaniye mahallesi de o zaman aynı ekip tarafından kurulmuştur. Dumanlı köyünden olan bu kayıkçının adı bilinmemektedir.



Kayıkçı Halil Göker (1899 doğumlu) 1920 yılında başlamış Haydarpaşa Kadıköy arası kayıkçılığa. 11 yaşında okumak için gönderilmiş İstanbul'a.  Balkan savaşının karabulutları, İmparatorluğun son dönemi seferberlik ilanı okuyamamış kayıkçı Halil. Kadıköy'de kayıkçılık yapan hemşerilerinin yanına yerleşmiş birkaç yıl çalıştıktan sonra köye dönmüş ancak deniz onu geri çekmiş ve tekrar İstanbul'a gelmiş, geliş o geliş. Kadıköy'de tenleri güneşten yanmış kürek tutmaktan elleri nasır tutmuş, giyimleri ile birbirinin aynısı olan 50 adamdan en yaşlısı Halil Göker. Kurtuluş savaşı yıllarında başından geçen bir anıyı şöyle aktarır. "Hapiste çektiklerim canıma tak etmişti. Bunun acısını nasıl çıkarırım diye düşündüm. Arkadaşlarla oturup bir plan hazırladık. Şimdiki gibi değilim o yıllarda. Arkadaşlar güçlü kuvvetli adamlar, serde delikanlılık. O zamanlar kordonda bir meyhane vardı. Yaşı geçkin olanlar burayı bilir. İngiliz askerleri de sık sık geceleri burada toplanıp kafa çekerler, sonra sağa sola saldırılardı. Tuttuk bir gece burayı batık. Hepimizin yüreği kinle bilenmiş, gözümüz hiçbir şey görmüyor. İngilizler vur patlasın çal oynasın eğleniyorlardı. Bizim tayfalarla bir giriştik ki hiç sormayın. Zaten çoğu sarhoş oldukları için karşı koyamadılar. Meyhane bir anda ana-baba gününe döndü. Kaçmaya çalışanlar masa altına gizlenenler, bir cümbüş ki sormayın. Gayet iyi hatırlıyorum 28 kişiydiler ve 28'inide kargatulumba götürüp denize atmıştık"
Halil Göker 1935 yıllarında birkaç kayıkçı kendilerine verilen imtiyaza itiraz ettiğini ve kendilerinin de bu birliğe girmek istemeleri üzerine anlaşmazlık çıktığını konunun partiye kadar intikal ettiğini partinin kendilerine hak verdiğini ve sorunun çözüldüğünü söyler. Halil Göker 1970 li yıllarda kayıkçıların günlük kazancının 15 ila 25 lira arasında değiştiğini kayıkçıların en gencinin 19 yaşında olduğunu söyler. İstanbul'da hayatı felç eden son büyük şehir hatları grevinde bir günlük kazançlarının 100 lirayı aştığını belirten Halil Göker'in tek şikâyeti ise rıhtımı yıkayan mavnalar.

Kürek Ağırlaşınca

Hayat mecmuası muhabiri, kayıkçı Halil Göker'e sorar: yaşınız bayağı ilerlemiş ne zaman bırakacaksınız mesleği?

Halil Göker 2 kelime ile cevap verir.

—Kürek ağırlaşınca.

Kürek Halil Göker için ağırlaşmış o da mesleği bırakmıştır.

Venedik'te sandallar yüzyılı aşkın süredir hayatın ve kent kültürün bir parçası olarak salınmaya devam ederken, Şehr- i İstanbul'da yaşanan kentsel dönüşüm ve değişim sandalların Haydarpaşa'da 82 yıldır süren saltanatını, sandalcıların ekmek kapısını 1984 yılında sonlandırmış olsa da, demiryolcuların trenlere ve Haydarpaşa'ya sahiplenmesi  inadına sürecektir.

Ha gayret

Haydarpaşa Sandal iskelesi son yıllarda cesetlerin denizden çıkarılmasında kullanılmaktadır.

Kayıkçılık

Bir zamanlar İskele Kethüdası'nın denetiminde calısan kayıkcılar varmış ve Haliç'in iki yakası arasında fesli, şemsiyeli yolcularını kürek çekerek Galata'dan Eminönü'ne, Hasköy'den Balat'a günboyu taşırlarmış. Öyle ki 19.yy sonlarına kadar bu kayıkçı sayısının 10,000 adet olduğu söylenilir. Ulaşımın yanısıra, kayık sefaları, Osmanlı eğlencelerinin en keyifli, en güzeli olarak anılır. Hatta, kayık sefaları nice Osmanlı sanatçısına ilham olmuştur ve şarkılara, şiirlere vesile olmuştur.
Osmanlı döneminde kayıklar kullanıldığı yerlere ve kullanan kişilere göre adlandırılırdı. Kayıklar arasında bir hiyerarşi vardı. Padişahı taşıyan kayık ise bu hiyerarşi içinde en önde yer alırdı. Padişahın kayığını sadece; kendisi, annesi, kadınları ve çocukları kullanabilirdi. Bu kayık, dönemin saltanatını, devletin kudretini ve gücünü simgeleyecek kadar görkemli idi.



Her hafta, Sultan sefaya çıkmadan önce limandaki silahlı gemilerden, Kız Kulesi'nden ve kıyıdan top atılırmış ve saltanat kayığına yol açmak üzere bir sürü saraylı kayık yola çıkarmış. Bu topların sesini duyan ve kayık alayını gören Osmanlı halkı Sultan'ı selamlamak üzere hazır beklermiş.
Abdülhamid, Dolmabahçe Sarayındaki tahta çıkma törenine bir Saltanat Kayığı ile gelmiş. Ancak, iki tahttan indirme olayından sonra tepelerdeki Yıldız Sarayına yerleşmiş ve 33 yıllık saltanatı boyunca görkemli teknelerin hepsi Dolmabahçe Sarayı kayıkhanesinde çürümeye terk edilmiş.
Mehmet V Reşat (1909-1918) tahta çıkınca, Saltanat Kayığı geleneğini canlandırmaya çalışmış. Ancak, Imparatorluğun çöküşüyle, buharlı vapurların ve arabaların imalatıyla beraber yerleşim merkezleri tepelere doğru kaymaya başlamış ve kayıklar şehrin unutulan bir parçası olmuş.
Taki 2002 senesine kadar saltanat kayığı İstanbul'un sularını görememiştir.

İstanbul'un fethinden, yâni 1453 senesinden 1850'lerin başına kadar 400 sene boyunca, Asya ile Avrupa kıtaları arasında 28 çeşit kayıkla yolculuk yapılırmış...

Eski İstanbul'da deniz ulaşımının araştırmasını yapan yazar Mehmet Mazak "Kayıklar" isimli kitabıyla konuya ışık tutuyor ve "Hemen her ihtiyaca göre bir kayık çeşidi vardı" diyor.

Bizans döneminden itibaren şehrin başlıca ulaşım aracı "Pereme" kayığıymış ve bugünün dolmuşları gibi kullanılıyormuş...

Saray mensupları sedef, kaplumbağa kabuğu, abanoz kaplı köşklerin yer aldığı "Saltanat" kayıkları ile yolculuk yaparlarmış...

Saray mensubu hanımefendiler ise "Kırlangıç" ve "Hanım iğnesi" kayıkları ile gezintiye çıkarlarmış...

"Ateş" kayıkları yangın tulumbalarını, "At" kayıkları da yük hayvanlarını taşırmış...

Hâttâ sıcak havalarda yiyeceklerin bozulmasını önlemek üzere, dağlardan toplanan kar ve buzu taşımak için özel dizayn edilmiş kayıklar dahi mevcutmuş...

Bugün, ne içerisinde saz takımının bulunduğu "Saz" kayıkları, ne de deniz yüzeyinin temizliğinde kullanılan "Dolap" kayıkları var!.. Artık İstanbul Boğazı'ndaki kayık türleri birkaç çeşidi geçmiyor bile. Onların hepsi birer sanat eseriydi, lâkin çoğunun sadece resimleri kaldı günümüze...

İşte bahsi geçen 28 kayık türünün tam listesi...

1) Saltanat Kayığı
Osmanlı döneminde kayıklar kullanıldıgı yerlere ve kullanan kişilere göre adlandırılırdı. Kayıklar arasında bir hiyerarsi vardı. Padisahı tasıyan kayık ise bu hiyerarsi içinde en önde yer alırdı. Padisahın kayıgını sadece; kendisi, annesi, kadınları ve çocukları kullanabilirdi. Bu kayık, dönemin saltanatını, devletin kudretini ve gücünü simgeleyecek kadar görkemli idi.
Bir Fransız kontu bu kayıgın suları kılıc gibi kesen büyüleyici güzellikte olduğunu yazmış; "o işçilik o ihtişam diye tarif etmiş altın varaklı ahşapları". Kayığın baş tarafındaki imparatorluğun simgesi olan kuşun som altından yapıldığını, kayıktaki köşkün adeta padişahın tahtı olduğunu ve tavanına, mücevherler yerleştirildiğini yazmış.
2) Hünkâr Kayığı
İstanbul Kayıkları ölçüleri şekilleri ve tezyinatları bakımından diğer Akdeniz teknelerinden ayrı bir  özellik taşırlardı. Kayıklar Haliç ve Boğaziçi güzelliklerini seyredebilecek özelliklerde yapılırlardı. İstanbul'un fethinden sonra Boğaziçi ve Marmara sularında Osmanlı hükümdarlarının bindikleri tenezzüh teknelerine Saltanat Kayığı denilmiştir. Deniz yolu ile sefere çıkan hükümdarlar büyük denizlere dayanıklı ve diğer donanma gemilerinden süslü baştardelere binerlerdi.



Pereme Kayığı
3) Pereme 

Bilinen haliyle Peremeci, Osmanlı Dönemi'nde İzmir'de inşa edilen ve genel olarak yük ve hayvan taşımacılığında kullanılan ve 13 metre boyunda olan bir taşıma aracıdır. Çok eskilere, Bizans dönemine kadar indiği tahmin ediliyor. Eski vergi kayıtlarında bir de peremeciyan (=peremeciler ) sözü geçmektedir.
Osmanlı Bahriye Teşkilâtı'nın 17. Yüzyılda Tersâne-i Âmire adlı kitabında, “pereme-i esb-i Üsküdar” olarak ifade edilip şu şekilde tanımlanıyor.
* Venedik ve İstanbul'un kimbilir daha ne çok benzerliği vardı eskiden.....



4) Piyade
Piyade, çok narin ve zarif yapılı bir nevi kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar makbul bir tenezzüh vasıtası idi.

Piyade, kayık adıyla kastedilen, daha doğrusu teknenin İstanbul’da yüzyıllardan sonra bir reform inceliğine varmış en rafine tipini temsil eden deniz binek aracıdır. Suda ok gibi kayan piyadeler, halkın, daha doğrusu zengin ve orta halli halkın, kendi ihtiyacı için yaptırıp kullandığı özel vasıtalardır.

Boğaziçi’nin incelmiş sanat anlayışının ruhunu, piyade kayığında görebiliriz. Hızla yol alan piyadeler çok hafif, ince, martı gibi uçan, kuğu gibi süzülen narin ve süslü kayıklardı.

Bizans’ın peremesi, Venedik’in Gondolu nasıl sembol ise; Şehr-i İstanbul’un ve Nehr-i Aziz’in (Boğaziçi) sembol deniz ulaşım vasıtası Piyade kayıklarıdır. Théophile Gautier; Venedik gondolunu, Türk kayığı yanında kaba saba bir sandukaya benzetir. Gondolculara da, Türk kayıkçılarının tersine “sefil serseriler” gözüyle bakar. “Dünyanın her köşesinde değişik şekillerde inşa edilmiş deniz vasıtalarındaki güzellik, piyade kayıklarının zarafeti ve inceliği karşısında pek sönük kalacaktır. Denize piyade kayığı kadar yakışan başka bir nakil vasıtası üretilememiştir ve üretilemez” Cabir Vada, Piyadeleri işte böyle tarif ediyor. Piyade Kayığı; Boğaziçi dilberi, suların başına tac ettiği birer nazlı efsane olarak nitelenmektedir. Piyadeler, ağır başlı, vakarlı, incelmiş bir medeniyetin elinden çıkmış bu rüya ve hülya beşikleri, sanki insan hünerinin değil de, Boğaziçi sularına Allah’ın armağan ettiği bir nakil vasıtası idi.
Piyade kayığı

5) Pazar Kayığı
Pazar Kayığı
Pazar kayıklarının hayatı, bulunabilen ilk belgeye göre Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da başlamış, 1960 senesine kadar devam etmiştir. Her Boğaz iskelesinin, hatta Haliç’teki küçük iskelelerin bile kendi pazar kayıkları vardı. Her Pazar kayığı bağlı olduğu Boğaz köyünün cami ya da kilisesinin vakıf malıydı. 1844 yılında İstanbul’dan boğazın sonuna kadar adam başı 30 paraya yolcu taşıdıkları bilinmektedir ve ayda üç yüz kuruş kadar gelir getirmekteydiler, bütün takımıyla birlikte on iki bin kuruşa satılabilirdi. Pazar kayıklarının asıl görevleri yük taşımak ve ulaşım olsa da zaman, zaman boğazda eğlence aracı olarak ta kullanılmakta idi. Geceleri Pazar kayığı mumları yanmış üç dört fener taşıyarak, hanende ve sazendeleri ile birlikte sazlı sözlü eğlence aracı olarak gezerdi. Ayrıca deniz kıyısında ikamet eden, alt sınıftan olan halkın düğün törenleri için sık sık kiralanmakta; çiçekler, bayraklar ve mendiller ile süslenip, ayrıca çalgı takımı tutulup, gelin götürülerek, gelin kayığı olarak ta kullanılmakta idi.

6) Ateş Kayığı

7) Odun Kayığı

8) At Kayığı

9) Safra Kayığı

10) Karamürsel

11) Mavna

12) Buz Kayığı

13) Kireç Kayığı

14) Yılan Dili Kayık

15) Taş Kayıkları

16) Geç Kayığı

17) Menzil Kayığı

18) Funda Kayığı

19) Balıkçı Kayığı

20) Dolap Kayığı

21) Kömür Kayığı

22) Elçilik Kayıkları

23) Hanım İğnesi Kayıkları

24) Kırlangıç Kayığı

25) Sandal

26) Saz Kayığı

27) Çete Kayığı

28) Kancabaş Kayığı

Gondol 

İtalyanca ve İngilizce de gondola, gondol denir. Geleneksel kürekli bir Venedik aracıdır. Gondollar yüzyıllardır Venedik içinde taşıma anlamında önemlidir ve hala genel taşımacılıkta Büyük Kanal'da traghetti (feri) olarak hizmet vermesiyle bir role sahiptir. Onların birinci rolü aslında turistleri belirlenmiş bir ücret ile taşımaktır.



Gondol, ayakta duran ve ileri bakarak başı ile referans yapan kürekcisi tarafından küreğin sudan yararlanarak gondolu ileri itmesiyle su yüzeyinde ilerleyen bir araçtır. Popüler inanışın aksine gondol küreği punt boat adı verilen su botundaki gibi küreğin suyun dibine temasıyla sandalın itilmesi yöntemiyle yüzdürülmez. İki yüzyıl öncesine kadar gondollar yolculşarını yağmurdan veya güneşten korumak için küçük açık kabinlere sahipti. Venedik kanunları gondolların siyah renge boyalı olmasını zorunlu kılar, bu nedenle onlar şimdi siyah renge boyalıdır.

18nci yüzyılda birkaç bin gondol olduğu tahmin edilir. Bugün birkaç yüz gondol vardır ve bunların çoğu turistler tarafından kiralanır az bir miktarı ise kişilerin kendisine aittir ve kendileri için kullanırlar.

Genel taşımacılığın onlar için altın çağ olduğu zamanda, dört kişilik bir ekip vardı bunun üçü kürekçi ve dördüncü kişisi de sahile dayalı ve gondolun rezervasyonu ve yönetiminden sorumlusuydu.

Şehir hükümetinin gondolların değişimini yasakladığında, gondol yapımı 20nci yüzyıl ortalarına kadar evrim geçiriyordu. Kürek veya rèmo, kilit olarak bilinen fòrcola da tutulur. Forcola karmaşık bir biçimdir, küreğe çeşitli pozisyonları yapmasını sağlar. Dönüşler, duruşlar, geriye kürek çekme, yavaşlama haraketlerinin yapılmasını sağlar. Gondolun önündeki süs, fèrro (anlamı demir) olarak isimlendirilir ve pirinç (bakır, çinko alaşımı), çelik veya alimümyundan yapılabilir. Bu bir dekor olarak hizmet verdiği gibi gondolun kıç tarafında ayakta duran gondolcuya eş ağırlık için olup gondolun sola yatmasını önler.

Gondollar sekiz farklı ağaç tipinden el yapımı olup, (Köknar, Meşe, Kiraz, Ceviz,Karaağaç, Ihlamur, Karaçam ve Mahun) 280 parçanın birleşiminden meydana gelmektedir. Kürekler, Kayın ağacından yapılmaktadır. Gondolun sol tarafı, sağ tarafından daha geniş yapılır.

Enteresan teorilere karşın gondol kelimesinin kaynağı hakkında tatmin edici bir açıklama yoktur.



Mark Twain 1867 yılında Venedik'i ziyaret etmiştir. Yazmış bulunduğu The Innocents Abroad adlı eserinin 23ncü bölümününün çoğunu gondollar ve gondolculara ayırmıştır.















0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen soru sormadan önce soracağınız konu ile ilgili olan yayınları okuyunuz...