.

Öne Çıkan Yayın

Boya Fırçaları Çeşitleri ve Kullanımları

Bu konumuzda  fırça çeşitleri ve kullanımlarına yönelik küçük örnekler verdik.  Fırçaların kullanım şekillerini görmek için video...

Perşembe, Ocak 16, 2014

İtalya Dışında Rönesans Sanatı

İTALYA DIŞINDA RÖNESANS SANATI




Nurhan Atasoy - Uşun Tükel 

Rönesans diye tanımladığımız düşünce biçimi, ana hatlarıyla 15. yüzyılın başından itibaren tüm Avrupa’da etkili olmuştur. İtalya’da 15. yüzyıl başında Masaccio’nun resimleriyle kendini duyurmaya başlayan Rönesans üslubu, temelinde yatan klasik kültür ve düşünce doğrultusunda en olgun anlatımını ıtalyan sanatçıların yapıtlarında bulmuştur. Bunun yanında, 15. yüzyıldan başlayarak ıtalya dışında da Rönesans üslubunun ana özelliklerinden biri olan “Natüralizm” gelişmeye başlamıştır. Sanat, kuzeyde Gotik üslup yoluyla şematik ve sembolik bir anlatıma yönelmişti. Oysa şimdi nesneleri gerçeğe uygun bir biçimde resimleme anlayışı doğmuş, sanatçılar resimlerine doğaya uygun, yani “Natüralist” anlayışı benimsemişlerdir. Natüralist anlayışla her şey doğada olduğu gibi, insan gözünün gördüğü gibi betimlenir. Doğal olmak, doğaya benzemek temel ilkedir.

Rönesans üslubunun ıtalya dışındaki gelişimini belirleyen pek çok etmen söz konusu olabilir. Papalığın 1309’da Fransa’ya taşınması, bunların en önemlisidir. Papalık, 1376’ya değin Avignon’da kalmış ve 14. yüzyıl sanatı üstünde etkili olmuştur. Bu dönemde birçok sanatçı Fransa’ya gitmiş, özellikle de Avignon’da ölen Simone Martini (yak. 1284-1344) adlı ıtalyan sanatçının etkisiyle “Uluslararası Gotik” denen üslup ortaya çıkmıştır. Papalık yoluyla gelen kilise koruyuculuğunun yanında, özellikle Fransa’da 1363’te egemenlik kuran Burgundy hanedanıyla sivil patronluk müessesesi de gelişmeye başlamıştır. Bu dönemin ünlü sanat kolleksiyoncusu ve patronu Berry Dükü de Burgundy hanedanının bir üyesidir. Berry Dükü’nün koruyuculuğu altında çalışmış olan sanatçıların en ünlüleri, Limbourglu Kardeşler olarak bilinen üç sanatçıdır. Paul, Jean ve Hermann adlı bu üç kardeş, en önemli yapıtları Saatler Kitabı’nı (Musée Condé Chantilly) Dük için yapmışlardır. Bunlar, mevsimleri resimlerle anlatan takvim çalışmalarıdır. Bu kitabı süsleyen resimlerde sanatçılar, o güne kadar görülmemiş derecede zengin ve canlı bir anlatım ortaya koyarlar. Bu çalışmalar aynı zamanda gündelik olayları konu almaları ve natüralist üsluplarıyla Gotik dönemin katı, şematik, dinsel konulu kitap resimlerinden de ayrılırlar. Figürler artık Gotik resimdeki gibi tutuk, donuk değildir. Konunun gerektirdiği hareketleri serbest ve gerçekçi bir üslupla sunarlar. Genellikle konuları açık havada geçen bu resimlerin, natüralist sanatın doğaya açılmasında da önemli katkıları olmuştur.

Erken Rönesans’ta ıtalya’nın dışında en önemli sanat merkezi Flaman’dı. Başkenti Anvers olan ve bugünkü Belçika sınırları içinde bulunan Flaman ülkesi, ayrıca ticaret açısından da önemli bir merkez durumundaydı. Hareketli bir yaşantıya sahip olan Flaman ülkesinin erken dönemdeki en ünlü ressamlarından biri de, kesin adını bilmediğimiz Flamanlı Usta’dır (15. yüzyıl ortaları).

Kardeşlerden Jan van Eyck, öteki resimleriyle daha da sivrilmiş ve kuzey gerçekçiliğinin en önemli temsilcisi sayılmıştır. Onun gerçekçi anlatımını sergilediği en önemli yapıtlarından biri de gerek yüz hatlarının gerekse modelin ruhsal durumunun başarıyla verildiği Kırmızı Türbanlı Adam Portresi’dir (National Gallery, Londra).

Sanatçının bir başka önemli yapıtı da Giovanni Arnolfini’nin Evlilik Portresi’dir (National Gallery, Londra). O dönemde günümüzde nikah törenlerinden sonra çekilen fotoğrafların işlevini taşıyan ve bir tür evlilik belgesi sayılan bu resim, aynı zamanda başarılı bir iç mekan tanımlamasını da gözler önüne serer. Ayrıca ön plandaki köpek, nalınlar, pencerenin içindeki meyvalar da taşıdıkları sembolik anlamla yapıtın alegorik yönünü güçlendirirler. Yapıttaki en önemli ayrıntı arka duvarda yer alan aynadır. Bu aynada, açık kapının önünde iki kişinin daha bulunduğu, belki de evlilik yeminine şahitlik ettikleri görülmektedir.

Ghent’te doğmuş olan Hugo van der Goes (ölümü 1482) ise, van Eyck sonrası dönemin en yetenekli sanatçılarından biridir. Flaman’a yerleşmiş Floransalı tüccar Tommasso Portinari için yaklaşık 1475’te tamamladığı Altar Resmi (Uffizi, Floransa), yalnız onun değil, aynı zamanda erken Flaman sanatının da en başarılı örneklerinden biridir. İtalyan sanatçıların görkemli anlatımına yaklaşan figürler, bunların kompozisyon içinde yerleştirilişi ve zengin renkler, ilk bakışta göze çarpan özelliklerdir.

Duru, sakin anlatımlı portreler, iç mekanın tanımlanışı ve buna bağlı olarak çizgisel perspektif denemeleri, arka planda manzaranın titiz bir gözlem sonucu ayrıntılı biçimde verilişi, kuzey resminin temel özellikleridir. Bütün bu özellikler, Hans Memling (yak. 1430/40-1494) ve Dieric Bouts’un (yak. 1415-1475) resimlerinde açıkça görülür. Memling’in ıngiliz patronu John Donne için yaptığı resimde (National Gallery, Londra) figürlerin sakin ve ağırbaşlı duruşları, yer karolarıyla da desteklenen bir geriye gidiş, iç mekanın sütunlara doğaya açılışı, hemen dikkati çekmektedir. Aynı özellikler, Dieric Bouts’un İmparator Otto’nun Adaleti (Musées Royaux des Beaux-Arts, Brüksel) adlı resmi içn de geçerlidir. Yalnız, üst kısımda yer alan kemerler, kompozisyonu Gotik geleneğe bağlayan ayırıcı bir özellik olarak gösterilebilir. Bu yapıtta ayrıca, kuzey resminde kumaş dokusunun ne kadar incelikle verildiğine bir kez daha tanık olunmaktadır.

Flaman dışındaki kuzey resminin ilginç bir örneği de ısviçreli Konrad Witz’in (1400/10-1444/6) Mucizevi Balık Avı (Musée d’Art et d’Histoire, Genova) adlı altar kompozisyonudur. Genova’daki St. Peter Katedrali’nin altarı için yapılan bu resimde de Jan van Eyck’ta görülen gerçekçiliği bulmaktayız. Sanatçının gerçekçi yaklaşımı o boyuttadır ki, titizlikle resimlediği göl kenarını günümüzde de tanıyabiliyoruz. Witz kitleleri resim düzlemine yerleştirişi, doğayı algılayışıyla van Eyck’tan ayrılır ve Floransalı çağdaşı Masaccio’ya yaklaşır.

Tyroller’de yaşamış, coğrafi konumu nedeniyle Alman Gotiği ile ıtalyan Rönesansı arasında kalmış olan Michael Pacher (yk. 1435-1498) ise, resimlerinde derinden etkilenmiş olduğu Mantegna’nın üslubuna benzer bir anlatımı benimsemiştir. Ancak, Mantegna’nın antik, pagan konulu resimleri yerine dinsel konulu resimler yapmıştır.

Öte yandan, aynı dönemde Almanya da önemli bir sanat merkezi durumuna gelmişti. Yeni bir resim anlayışı gelişmeye başlamış, bu da özellikle Schongauer ve Lochner’in resimlerinde ortaya çıkmıştır. “Stil Galante” denen ince, yumuşak ve zarif bir resim üslubu gelişmiştir. Colmarlı sanatçı Martin Schongauer (ölümü 1491) hakkında ilk kayıtlar 1465 yılına aittir. En ünlü resmi Gül Bahçesinde Meryem (St. Martin, Colmar) ile bu üslubun tipik örneklerinden birini veren sanatçının anlatımı, aşırı bir süslemeciliğin yanında figürlerin verilişindeki yumuşaklık ve canlı renklerle de dikkati çeker.

Albrecht Dürer (1471-1528) yalnız yapıtlarındaki üslup açısından değil, aynı zamanda araştırıcı kişilik ve düşünce yapısıyla da gerçek anlamda bir Rönesans sanatçısıdır. Babasının atölyesinde kuyumculuk yapan, daha sonra da gravür ve kitap süslemesi alanında çalüşan sanatçının kazandığı beceri, gençlik dönemi yapıtlarında görülebilir. İtalya’ya yaptığı gezilerde hümanist Rönesans düşüncesi ve sanat yapıtlarıyla tanışan Dürer, dinmeyen bir enerjiyle çok yönlü bir sanat yaşamı sürdürmüştür. Leonardo’nun çalışmalarına benzer hayvan etüdlerinin yanında, doğa araştırmaları da yapıtları arasında önemli bir yer tutar.

İtalyan Rönesansı’ndan ne kadar etkilenmiş olursa olsun, Dürer bir kuzey sanatçısıydı. Kuzeyin anlatımcılığına en iyi örnek olarak Annesinin Portresi (Kupferstichkabinett, Berlin) gösterilebilir. Yapmış olduğu gravür çalışmalarının etkisi, çizginin üstün bir başarıyla kullanıldığı bu yapıtta kendini belli etmektedir. Hiçbir idealizasyona yer vermeyen, natüralist ve gerçekçi bir yaklaşım söz konusudur. Dürer bu yapıtta biçimsel bir güzelliği amaçlamamıştır. Çizim, gravür, yağlıboya gibi çeşitli tekniklerle çalışmış olan Dürer, sanatı konusunda kuramsal araştırmalar da yapmıştır. ınsan anatomisi hakkında çok tanınmış kitabının yanında, kent savunması ve sanattaki oranlar üstüne de çalışmaları vardır. Bu yönüyle Dürer, Rönesans döneminde tanık olduğumuz kuramcı-sanatçı kişilikler arasında haklı yerini almaktadır.

Dürer, yağlıboya resimlerinde de tipik bir Rönesans sanatçısı olduğunu kanıtlar. Birçok sanatçının resimlemiş olduğu Adem ve Havva (Prado, Madrid) figürünü çok başarılı bir anatomik kavrayışla ele almıştır. Sağlam, oranlı ve ayrıntılı bir biçimde verilmiş olan figürler, aynı zamanda Rönesans resminin temel özelliklerinden olan gölge-ışık olgusunu da sunarlar. Rönesans düşüncesi kişiyi bir Micro Cosmos (küçük evren) olarak tanımlamaktaydı. Dürer de 1506’da yaptığı Kendi Portresi’nde (Alte Pinakothek, Munich) ısa benzeri bir görünümdedir.

Buraya kadar Alman Rönesansı’nın yenilikçi, ıtalya’daki anlayış doğrultusundaki gelişimini ele aldık. Oysa Dürer’in çağdaşı, Würzburglu Mathias Grünewald’ın (yak. 1470/80-1528) resimleri, Alman sanatının bir başka yönünü gözler önüne sermektedir. Grünewald, Isenhaim Altarı diye bilinen resminde (Unterlinden Museum, Colmar) geç Gotik üslubun  yönünü tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Gerçi Grünewald da Rönesans’ın yeniliklerinden haberdardır, perspektif, mekanın verilişi gibi yeni arayışlara açıktır. Ama bunları, vermek istediği duygusal etkiyi yoğunlaştırmak için kullanmıştır. Ayrıca, renk de anlatımcı bir amaca hizmet etmektedir.

16. yüzyılın ortalarına doğru Cranach, Hans Baldung ve Altdorfer’le birlikte zengin bir resim ortamı doğmuştur. 1472’de doğmuş olan Lucas Cranach, 1505’te Wittenberg’e gitmiş, orada teoloji okutan Luther ile tanışmıştır. Cranach, Saksonya bölgesinin Üç Elektörö adlı yapıtında, altta kitabe halinde Luther’in yazılarına da yer vermiştir.

Hans Baldung Grien’in (1484/5-1545) Alegorik Figür (Alte Pinakothet, Munich) adlı resminde ise farklı bir güzellik anlayışını gözlemleriz. Gövdenin oranları bozulmuştur, ama bu arada erken dönemin katı, tutuk, anlatımı da yumuşamış, Baldung’un fırçasında bir akıcılık kazanmıştır.

Bu dönemin bir başka önemli sanatçısı ise Albrecht Altdorfer’dir (yak. 1480-1538). Altdorfer Avusturya Alpleri’nde dolaşmış, genellikle dağların ve vadilerin resmini yapmış, dinsel ve mitolojik konulu resimlerinde bile manzaraya büyük önem vermiştir. Altdorfer, modern anlamda ilk manzara ressamı sayılır. Konulu resimlerde manzarayı sahnenin arka planı olarak değil, kendi başına estetik güzelliği olan bir tür haline getirmiştir. Manzaraları içinde konular ve figürler ikinci derecede yer alırlar. George’un Canavarla Savaşı (Alte Pinakothek, Munich) adlı yapıtında ayrıntılı ve geniş bir doğa görünümüyle karışlaşırız. Bu görüntünün içinde figürleri seçebilmek bile çok zordur. Sanatçı öte yandan büyük manzara kompozisyonlarında kuzeyin temel özelliklerinden biri olan detay natüralizminide ihmal etmemiştir. En küçük bir dal kıvrımı, her bir yaprak, en ince ayrıntısına kadar titiz bir biçimde verilmiştir.

Alman sanatının bir başka özelliği de konuya ahlakçı bir biçimde yaklaşmasıdır. Bu özelliği öteki türlerin ( tarihsel, alegorik resimler) yanında portrelerde de buluyoruz. Ünlü ressam Hans Holbein’in Alman tüccar


Son olarak, kuzeyin bir başka ünlü ressamı Pieter Brueghel’i ele alacağız. Aslında Brueghel kuzey Manriyerizmi’nin bir temsilcisidir. Ama, kuzey resim sanatının yukarıda sözünü ettiğimiz hemen tüm özelliklerini, bu sanatçının yapıtlarında buluyoruz. Karda Avcılar (Kunsthistorisches Museum, Viyana) adlı çok ünlü resminde Brueghel, yüksekçe bir tepeden görülen geniş manzarayı başarıyla verdiği gibi, avcıların ve av köpeklerinin silüetleriyle de kuzeyin anlatımcılığını en iyi biçimde dile getirir. Sembolik anlamı olan bu formlar, yine günlük yaşamdan alınmış bir kesit içinde verilmiştir. Öte yandan, sık sık sözünü ettiğimiz detay natüralizmini de sanatçının bu yapıtında bulmaktayız. Her bir ayrıntı, Brueghel’in o kendine özgü çizgici üslubuyla verilmiştir.

15. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın hemen tüm bölgelerini etkilemiş olan Rönesans üslubunun temel ilkeleri, 16. yüzyılın sonuna doğru bozulmaya başlar. Sağlam anatomik oranlar değişir, gölge-ışık abartılı bir hal alır. Bu niteliklerin ağır bastığı döneme sanat tarihinde Maniyerizm denir.

Kaynak: istanbul.edu.tr/

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen soru sormadan önce soracağınız konu ile ilgili olan yayınları okuyunuz...